27 Haziran 2017 Salı

İmkansızın Şarkısı / Kitap Yorumu

Merhabalar...

Davullar çalsın, herkes oynasın sonunda Murakami ile tanıştım!

Siz de bunu başlıktan farketmişsinizdir zaten. Zira bugün burada İmkansızın Şarkısı hakkında konuşmak için toplanmış bulunuyoruz.



Konusu:
Bir yolculuk sırasında Beatles’ın “Norwegian Wood” adlı parçasını duyan kahramanımız 37 yaşındadır ve bu parça onu Tokyo’da geçirdiği üniversite yıllarına götürecektir. En yakın arkadaşının intihar edişi, geçen zamanın ardından onun kız arkadaşıyla yakınlaşması, araya giren zorunlu ayrılık ve yeni bir kız arkadaş. “İmkânsızın Şarkısı” yalın, çarpıcı ve sıcak bir aşk hikâyesini anlatıyor. Yazarı HARUKİ Murakami Japon edebiyatının aykırı, ama en çok okunan yazarı. Japon geleneklerinin dışında geliştirdiği üslubuyla adından çok söz ettiren Murakami’yi dünyaya tanıtan roman “İmkânsızın Şarkısı”.
1968-1970 yılları arasında geçen olaylar, o günün toplumsal gerçeklerini de satırlara taşıyor. Ama romanın odağında bu toplumsal olaylar değil üçlü bir aşk var. Gençliğin rüzgârıyla hareketlenen “İmkânsızın Şarkısı”nı ölümle erken karşılaşan gençlerin hayatı yönlendiriyor. Hiçbir şeyin önem taşımadığı, amaçsızlığın ağır bastığı, özgür seksin kol gezdiği bir öğrenci hayatı... Ama diğer yanda da yoğun duygular var... İmkânsız aşklar, imkânsız şarkılar söyleten. Hemen hemen her Japon gencinin okuduğu roman anayurdu dışında da çok kişi tarafından sahipleniliyor. Türk okurlar da Murakami’yle tanışmaktan büyük mutluluk duyacaklar.

Murakami çok kısa sürede inanılmaz yaygınlaştı. Romanları bir çok ülkede dilden dile çevrilerek yayıldı ve çok fazla sevildi.


-Ölüm yaşamın karşıtı olarak değil, parçası olarak vardır.

Peki ben ne düşünüyorum?

Murakami bana göre herkesin sevebileceği bir yazar değil. Belki dili herkesin sevebileceği derecede kaliteli olabilir ama tarzı herkesin sevebileceği bir tarz değil kesinlikle. Ben de dilini çok sevdim. Aslında tarzını da çok sevdim ama beni rahatsız eden bazı şeyler yok değil.


İnsan bir konuda yalan söyleyince, inandırıcı olması için başka bir sürü konuda da yalan söyler.

Kitaba ilk başladığımda bende 'samimi ve sıcak bir hikaye dinleyeceğim sanırım' hissi oluşturdu. Nitekim öyleydi de ama beklediğimden daha duygu yüklü daha düşünmeye iten daha kalbe dokunan bir romandı. Ama ara ara 'ne oluyor ya hu?' dedirtiyordu. 100 sayfa beni inanılmaz etkiliyor kendine aşık ediyor sonra 5-6 sayfa rahatsız hissettiriyordu. Sonra kısır döngü olarak tekrarlandı bu durum. Ama en sonunda genel olarak bakınca kitap beni çok etkiledi diyebilirim.

- Sence öyle insanlar var mı, her zaman yolunu bulabilen veya hiç yara almamış insanlar?

Yazar bazı pasajlarda insanın hissedip anlamlandıramadığı kelimelere dökemediği hislerini kelimelere dökmüştü. Çoğu yerde, gerçekten böyle hissediyordum/hissediyorum diyorsunuz.


*Mektuplar kağıttan başka bir şey değildir. Yakılsalar bile, yürekte kalması gereken kalır, yakılmayıp saklansalar bile, uçup gitmesi gereken uçup gider.

Şu aralar Murakami'nin Koşmasaydım Yazamazdım kitabını okuduğum için bir tık daha hayret içindeyim doğrusu. Tamamen kendini anlattığı bir kitap olduğundan Murakami'nin başardıklarını ve bunları nasıl başardığını okuyunca gerçekten hayranlık duyuyorsunuz.

-Ben bitmiş bir insanım. Karşınızda bulunan kişi eskinden olduğum şeyin soluk bir yansımasından ibaret. İçimdeki en değerli parça, gerçekten olduğum kişi yıllarca evvel öldü. Ben sadece otomatik pilotta yaşamayı sürdürüyorum.

Bazı tekrarlanan klişeleri varmış her kitabında. Ben daha 2 kitabını okuduğum için -hatta 1,5- bilemiyorum. Ama sonları her kitabında böyle ise -ki sanırım böyle imiş- sonlarını sevmiyorum. Okuyucuya bırakılan sonları da sevmem ama Murakami'nin sonları bu gruba giriyor diyemem. Sonu okura bırakmıyor ama ne okurun istediği gibi ne de okurun istemediği gibi bırakıyor. Daha basit anlatmak gerekirse hem az çok tahmin ettiğiniz gibi bitiriyor ama kenara kıyıya da öyle bir olay yaratıyor ki şok oluyorsunuz. Biraz gerçek hayat gibi ama sizi rahatsız hissettiyor. Açıklayabildim mi bilmiyorum şu an Naoko gibi hissediyorum gerçekten :)


-Ben de bu yüzden onları okuyorum ya. Çünkü herkesle aynı şeyleri okuyunca, ister istemez herkes gibi düşünürsün. Bu da kaba ve zevksiz insanların dünyasıdır. Ciddi insanlar böyle şeylerle zaman harcamaya utanır.

Özetle demek istediğim şu ki bir insana tavsiye edilecek bir yazar değil. Çünkü gerçekten okumadan sevip sevmeyeceğinizi tahmin edemeyeceğiniz bir yazar. Ama ben Murakami'yi sever miyim, bir okuyup değerlendireyim diye düşünürseniz başlangıç olarak İmkansızın Şarkısı mükemmel olacaktır. Son olarak size bazı alıntılarla veda ediyorum.

Hoşça kalın, görüşmek üzere...................


-Baksana, zenginliğin en iyi tarafı nedir biliyor musun?
+Bilmiyorum.
-Paran olmadığını söyleyebilmektir. Örneğin, sınıf arkadaşlarımdan birine bir şey öneriyorum. 'Kusura bakma param yok' diyor. Eğer durum tam tersi olsaydı, o bana sorsaydı, ben bu yanıtı asla veremezdim. Çünkü eğer ben ' hiç param yok' diyorsam bu gerçekten 'hiç param yok' manasına geliyor olacaktı. Üzücü bir durum. Tıpkı güzel bir kızın, kendine çirkin bulduğu için o gün dışarı çıkmak istemediğini söylemesi gibi. Bunu çirkin bir kız söylesin bakalım, herkes ona güler.

*Bu dört ayda seni çok düşündüm. Ve düşündükçe de, sana karşı haksızlık ettiğim duygusu daha da güçlendi. Sana karşı davranışlarımda daha iyi ve adil olmalıydım.

Ama bu düşünce biçimim çok da normal olmayabilir. Benim yaşımdaki kızlar asla 'adil' sözcüğünü kullanmazlar. Benim kadar genç ama sıradan kızlar olayların adil olup olmadığını umursamaz. Onlar için esas soru, bir şeyin adil olup olmadığı değil güzel oldup olmadığı ya da onları mutlu edip etmeyeceğidir. 'Adil' sonuçta erkeklere özgü bir sözcük. Ne var ki, şu anda ben, bu sözcüğün bana bire bir uygun düştüğünü sezinliyorum. Güzellik ve mutluluk şu anda bana göre öylesine zor ve karışık konular ki, kendimi adil, dürüst ya da evrensel doğru gibi farklı standartlara tutunurken buluyorum.
*Sanki bedenim ikiye ayrılmış da birbiriyle kovalamaca oynuyor. İkisinin arasında kocaman bir sütun yükselmiş ve onlarda birbirlerini yakalamak için sürekli dönüyorlar o sütunun çevresinde. Bir parçam doğru kelimeleri biliyor ama diğeri onu yakalayamıyor.
-Kalbini açabilen insanlar var, bir de açamayanlar. Siz açabilenlerdensiniz. Ya da daha doğru deyişle, istediğinizde bunu yapabiliyorsunuz.

+Peki insanlar kalbini açınca ne oluyor?
-İyileşiyorlar.

-Yalnızlığı kimse sevmez, bilirsin. Ne var ki ben, arkadaş olmak için çaba harcamam. Çünkü ne olursa olsun hayal kırıklığı gelir arkasından.

-Başkalarına karşı, kendime olduğumdan çok daha sabırlıyım ve başkalarının iyi yönlerini, kendiminkilerden çok daha kolayca ortaya çıkarıyorum. Ben böyleyim işte. Kısacası bir kibrit kutusunun kibrit sürtme yerine benziyorum. Ama önemli değil. Bu özellikle rahatsız etmiyor. İkinci sınıf bir kibrit olmaktansa, birinci sınıf bir kibrit kutusu olmayı yeğlerim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder