16 Şubat 2016 Salı

Eşleşme (Ally Condie) / Kitap Yorumu


Bu yazımı hem okuyacak yeni bir seri bulmanın heyecanı ve zevkiyle hem de seriyi bitirmenin hüznü ile başlatıyorum arkadaşlar. Eşleşme, tür olarak distopya diyebileceğimiz bir kitap ve ben de distopya aşığı biri olarak okuldan bulduğum arada bu üçlemeyi okunacak listemin başına geçirdim.


Seri üç ana karakterin etrafında dönüyor genel olarak, Cassia, Xander ve Ky...


Arka Kapak 
  Kimi seveceğinize, nerede çalışacağınıza, ne zaman öleceğinize başkalarının karar verdiği bir dünya düşünün. Bu dünyada uzun bir hayata, harika bir işe, ideal bir eşe sahip olmak için neredeyse hiçbir bedel ödemek gerekmiyor ama bu seçimleri sizin adınıza başkaları yapıyor. Yapay bir cam fanusun içinde yaşadığınızı fark ediyorsunuz ve bilinen yegane hayat ile daha önce hiç kimsenin gitmeye cesaret edemediği bir yol arasında kalıyorsunuz. Yani mükemmeliyet ile tutku arasında...


 Çocukluk arkadaşı olan Cassia, Xander ve Ky Toplum adında katı kurallara ve disipline dayalı sistemleri olan bir yerde yaşıyorlar. Toplum her konuda karar yetkisine sahip (Nerede yaşayacağınız, hangi işi yapacağınız, hangi sporları yapacağınız, hangi öğün hangi yemeği ne kadar miktarda yiyeceğiniz ve hatta ne zaman öleceğiniz ) buna evlilik de dahil. Tabi bunun karşılığında Toplum içerisinde mükemmel bir hayat vadediyor. 17 yaşına gelmiş herkes hayatını paylaşacağı eşleriyle buluşmak üzere eşleşme yemeğine katılıyor. Genelde herkes tanımadığı biriyle eşleşirken Cassia ve Xander eşleşiyorlar ve hikaye burda başlıyor. Cassia başta çok sevinsede Toplum'un verdiği ve Xander'in bilgileriyle dolu olması gereken karttan Ky'ın resmi görününce kafası allak bullak hale geliyor. 

Az çok hikaye ortaya çıktığına göre gelelim benim yorumuma. Değişik, yaratıcı, kendini o dünyada hayal edebileceğin distopya kitaplarına hastayım ben. Bu da onlardan biri. Başta çok karışık geldi açıkçası düzeni ve o yaşam tarzını kafamda bir yere koyana kadar. Ama onun sonrasında en sevdiğim distopyalar arasına girdi bu üçleme. 

Peki neden? Açlık oyunları'ndan sonra meşhur olan distopya serileri arasında bunu neden sevdim?
  • Öncelikle tamamen özgündü.(Özgünden kastım oradaki hayal edilen yaşam tarzı. Yoksa konuların gelişiminde benzerlik olabilir ki ben buna takılmam zaten.) Bazen yazılabilecek tüm distopyaların yazıldığını bundan sonra yazılanların sadece birbirinin kopyası olacağını düşünüyorum ama çok şükür ki hala beni yanıltan yazarlar var :) Gerçi böyle dedim ama kitap yeni değil 2013 başlarında Türkiye'de basılmış sanırım sadece ben çok geç farkettim.
  • İkinci olarak sevmemin nedeni karakterler. Sevgi konusu çok hassas ve bu kitapta da çok hassas incelenmiş gerçekten. Birini sevince diğer insanları sallayan bir tarz yok yazarda. Yani öyle ince elenip sık dokunmuş ki baş karakterden tutun da en ufak ana karakterlerin hayatlarına giren, belki sadece birkaç sayfa görünen karakterleri bile çok seviyorsunuz.
  • Üçüncüsü ve en önemlisi kimsenin keskin çizgileri yok kitapta. Kimse ne ben iyiyim diyor ne de ben kötüyüm. Hayatını iyilikle geçiren, bu bir kötülük yapmamıştır denilen insanlar bile geçmişlerinde elinde olarak veya olmayarak kötü olarak gördükleri bir şey yapmışlar. Kitap bize açık açık kimse siyah veya beyaz değil, herkes aslında grinin bir tonudur diyor.
Genel olarak ben seriyi çok çok sevdim. Kitabı değil seriyi puanlayacağım ; 9,5/10

Veeee alıntılarla yazımı sonlandırıyorum...


Uçmanın bir yolunu bulduğuma göre, hangi tarafından girmeliyim geceye? Kanatlarım beyaz ya da tüylü değil; yeşil renkte ve ipekten. Rüzgârda uçuşuyor, hareket ettiğimde bükülüyorlar; önce bir daire çiziyor, ardından dümdüz açılıyor, en sonunda kendi istediğim şekle bürünüyorlar. Ne arkamdaki karanlık ne de önümdeki yıldızlar korkutuyor beni. 

Toplum her şeyden en iyi yüz tanesini seçmesi için komisyonlar kurmuş zamanında: Yüz Şarkı, Yüz Resim, Yüz Hikâye, Yüz Şiir. Geri kalanların hepsi yok edilmiş; yitip gitmiş. Böylesi daha iyi, demiş toplum.Herkes de bunun mantıklı olduğuna ikna olmuş. Bu kadar kontrol altında tutulan herhangi bir şeyi nasıl olup da tümüyle takdir edebiliyoruz? 


Ona güvenebilir miyim? Tepenin başından görünen manzaraya bakıyorum. Gökyüzü bana bir cevap vermiyor. Belediye Sarayının uzakta sivrilen kubbesinin de bir cevabı yok tabii. Eşleşme yemeğine giderken hikâyelerde duyduğum melekleri düşünüşüm geliyor aklıma. Ortalıkta herhangi bir melek de göremiyorum; ipeksi kanatlarıyla gökyüzünden inip sorunun cevabını onlar da kulağıma fısıldamıyor. Toprağa yazı yazan bu çocuğa güvenebilir miyim gerçekten?

“Bence herkes kiminle eşleştirileceğini kendisi seçebilmeli,” diyorum ikna edici olmayan, zayıf bir ses tonuyla. “Bunun sonu gelir mi, Cassia?” diyor sabırlı bir sesle. “Bunun peşinden insanların kaç çocuk sahibi olacaklarına, nerede yaşayacaklarına veya ne zaman öleceklerine de kendilerinin karar vermesi gerektiğini mi söyleyeceksin?” 




Dipnot: Yazdıklarım arasında bir spoiler yok ama yazdıktan sonra farkettim ilk kitap için değil seri için yorum yapmışım. Kusura bakmayın...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder