-Sen, beni asla, asla tanımayan, bir su birikintisinin yanından geçercesine yanımdan geçip giden, bir taşa basarcasına üstüme basan, hep, ama hep yoluna devam eden ve beni sonsuz bir bekleyiş içerisinde bırakan sen, kimsin ki benim için?
-Ölmüş olan biri artık hiçbir şey istemez, sevilmeyi de, kendisine acınmasını da, teselli edilmeyi de istemez.
-Ve insanların arasında yalnız olmaktan daha korkunç bir şey yoktur.
-İyi olan şey unutulmaz, seni unutmayacağım.
-Ben, senin dokunuşunla kendi gözümde kutsanmıştım: bu durumda kendimi benim için her şey olmuş olan seninle, hayatıma yalnızca şöyle bir değip geçmiş olan başkaları arasında nasıl paylaştırabilirdim?
-Senden uzaktayken mutlu, halimden memnun yaşamak istemiyordum, kendi kendimi acılardan ve yalnızlıktan oluşma, karanlık bir dünyaya gömmüştüm.
-Fakat kim? Kim şimdi sana doğum gününde beyaz güller gönderecek? O vazo boş kalacak; yılda bir kez de olsa etrafında dolaşan cılız nefesim de yok olacak...
-Ve sanırım beni ölüm döşeğimden çağırsan, birden ayağa kalkıp sana gelecek gücü bulurdum.
-Beni teselli edecekler ve birtakım sözcükler söyleyecekler, sözcükler, sözcükler; fakat ne yardımı dokunabilir ki sözcüklerin bana?
-İnsan ölümün gölgesinde yalan söylemez.
Yaklaşık 60 sayfalık bir kitap nasıl bu kadar derin bir kitap olmuş aklım almıyor gerçekten. Her bir cümlesi ayrı ayrı etkileyiciydi.Ama kitap boyunca hiç geçmeyen tek düşüncem de 'böyle bir aşk gerçekten var olabilir mi?' idi. Uzun süre aklınızda hafif hafif dönüyor bu kitap. Öyle de etkili bir kitap anlayacağınız.
Yani okuyun hestiagunlukleri okurları. Okuyun ve sevin...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder